BAHANELER Mİ? ÇÖZÜMLER Mİ?

Aziz Sancar mesela…

Mardin’in bir ilçesinde 8 çocuklu bir ailenin 7. çocuğu olarak dünyaya gelmiş, toplumsal değerlerle bakıldığında sıradan, düşük gelirli bir ailede, özel bir eğitim al(a)mamış biri.

Peki böyle biri nasıl oluyor da eşine “şu anda öyle bir şey keşfettim ki bunu bir ben, bir de Allah biliyor” diyecek biri olabiliyor?

Peki biz nasıl şekilleniyoruz?

Çok sevdiğim bir hikayeyi paylaşmak istiyorum…

2 tane oğlu olan bir adam katil olup hapse düşüyor. Seneler sonra bu çocukların biri çok zengin bir iş adamı, diğeri de, sokaklarda yaşayan bir berduş oluyor. Bir gazeteci bu hikayeyi öğreniyor ve ikisi ile de röportaj yapmaya karar veriyor ve ikisine de; “nasıl bu hale geldiniz?” diye soruyor.

Zengin olan, “babam sayesinde”, fakir olan, “babam yüzünden” diye cevap veriyor. Aynı ailede, aynı şartlarda yaşayan 2 kişinin aynı durumdan etkilenmeleri farklı oluyor. Burada her şey kişinin kendinde başlıyor ve bitiyor, gerisi gerçekten teferruat.

Özellikle içinde bulunduğumuz ülkenin eğitim sisteminde ebeveyn olarak çocuklarımızı büyütürken dikkat etmemiz gereken bence en önemli şey, onların yaşama geliş sebeplerini keşfetmelerine izin vermektir. Sistemin içinde kendilerine has özelliklerini yontarak tek tip bireyler yetiştirmek, ellerinden hayallerini almak, tutkularını törpülemek ve zaman içinde bu durumu kabullenmelerini zorunlu kılmak, çocuklarımıza yapacağımız en büyük kötülüktür.

Onların bizden yaşça küçük olmaları, her şeyi bizim doğru bildiğimiz ve onlara öğretmek(!) zorunda olduğumuz anlamına gelemez. Biz çocuklarımıza ancak bildiklerimizi, edindiğimiz bilgileri gösterebiliriz. Onların kendilerini bulma ve keşfetme yolculuklarında onlara eşlik edebiliriz. Kendi bildiklerimizi empoze etmek, onların hayatlarına ipotek koymaktan daha farklı değildir. Çünkü içsel olarak geliş amaçlarına aykırı bir yoldalarsa zaten başarılı olamazlar ya da başarılı olsalar bile bundan tatmin olmadıkları için illaki bir yaş döneminde yeter deyip kendi isteklerine tutkularına yöneleceklerdir. Lütfen onların da kendilerini bulmalarına, anlamalarına ve keşfetmelerine izin verelim. Kendi yapamadıklarımızı ya da yaptıklarımızı onlardan beklemek özünde çocuklarımıza en büyük saygısızlık değil midir?. Onlara yönlendirmelerimiz ile olumlu veya olumsuz kutulamalar yaptıkça onların yetersizlikleri ile başa çıkmalarına yol açtığımızı fark edelim. “Bunu yapamazsın” kadar, “bunu kesin yaparsın” da inanılmaz bir stres kaynağıdır çocuklarımızda. Siz iyi niyetle ona inandığınızı göstermişsinizdir ama eğer o yapacağına inanamamışsa size karşı mahcup olmamak için panikleyecektir. “Nasıl yapacağım ki bunu?” dediğinde, yetersizlik hissine düşmesi an meselesidir. Çocuklarımızın üstünden hırslarımızı, pişmanlıklarımızı, keşkelerimizi, statü kaygılarımızı, kendi doğrularımızı çekmeyi başarabilsek Aziz Sancar gibi gurur kaynağı örnekleri daha da arttırabiliriz. Tek yapmamız gereken “bütün” için değerli olduğunu ona hissettirmek. O zaman bizim de hayatımız, kaygılarımız azalacak ve kendi gelişimimizle ilgilenmeye fırsat bulabileceğiz. Kendi potansiyelimizi fark ettiğimizde bizim de önümüzde kimse duramaz.

Bir bireyin bütüne faydalı olması için hangi şartlara doğduğu değil, kendine hangi hedefi koyduğudur önemli olan. Net hedefleri olan kişilerin bir ortak özellikleri de hedeflerine tutkuyla bağlı olmalarıdır. Neden yapamadıklarına değil, nasıl yapabileceklerine odaklanırlar. Bu şekilde hep ileri gidebilmenin yollarını bulmaya güdümlüdürler. Kimsenin onlara “yaparsın” demesine ihtiyaç duymadıkları gibi, “yapamazsın” diyenleri duymazlar bile.

Kim olarak doğduğumuz değil , kim olmayı seçtiğimiz önemli…

Seçimlerimize saygı duyalım…

 

X