Hepimiz Amerika’nın keşfedilme hikayesini biliriz. Kristof Kolomb zaten ortada duran kocaman bir kıtayı bulur. Bu fırsatı isimlendiremez, “yok yok burası Hint kıyıları der”, geri döner.
Hem çok bilmiş hem de çok yanılmış olduğunu öğrenmesi için 7 yıl beklemesi gerekecektir.
Amerigo Vespucci: “ Yok arkadaş burası valla Hint kıyıları falan değil, ben oraları iyi bilirim burası başka bir yer. Bundan sonra adı Amerika olsun” der ve Amerika’nın keşfi tamamlanır.
En büyük keşif kendini keşfetmektir
Bugün ki yazımda sizlere benim hayatımın dönüşümünde çok önemli kilometre taşı olan, her zaman önümde tüm çıplaklığı ile duran ama keşfi için çok uzun süre çaba harcadığım kendimle “ evet burası, hayır değil” diye çok çatışmalar yaşadığım bir durumdan bahsedeceğim.
GÜVEN-ÖZGÜVEN İLİŞKİSİNDE BÜYÜK TUZAK
Kesinlikle şunu belirtmeliyim ki tuzakları fark etmeden biz hazırlıyoruz. Bize sunulan imkanların içinde gevşeyip, konfor alanımızı genişletip, tüm ipleri bize güven veren kişiye fark etmeden veya ederek bırakıp özgüvenimizi ağır ağır kaybetmek ile bu imkanların sağladıklarının güveniyle kendi özgüvenimizi parlatıp ortaya çıkarmak arasında “incecik bir pamuk ipliği” var. Güven Alladdin’in eski lambası ise, özgüven lambadaki cin… sihirli sözleri söyleyip, biraz sevmek hemen özgüvenimizi ortaya çıkarır aslında.
Sözlük tanımlarını bir daha hatırlatmak istiyorum…
Güven;
1-Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat
2-Yüreklilik, cesaret.
Özgüven;
İnsanın kendine güvenme duygusu. İçinde güvenin olduğu özümüz.
Peki buradaki tuzaklar nerede duruyor?
İtiraf ediyorum!!! Ben iki kere düştüm bu tuzaklara. Biri baba evinde, biri koca evinde….
Ebeveynlerimiz bizim kendimizi koruyacağımız yaşa gelinceye kadar bizi korur, yedirir içirir, çekinme ve kuşku duymadan sıcak bir ev ortamında onlara bağlanırız. Güvenin 1 numaralı tanımı devrede…Ohhh güvendeyiz. Bizim bu temel ihtiyaçlarımızı sağlamak için çaba harcamamıza hiç gerek kalmadı ne hoş!!! Baba, anne çabalasın, çocuk sefasını sürsün…Armut piş ağzıma düş devrini başlatırsak ilk tuzakta ayağı kaptırırız. Sonra annemiz babamız gelir ayağımızı kurtarır, “yavrum sen üzülme sen derslerinle ilgilen bak senin tek sorumluluğun derslerin, okul dışında hiç bir şeyi kafana takma güzel çocuğum “ der, öper, koklar, pamuklara sarar, kenara koyar. Bu senaryoda bizler, kendimizi güvenli bir ortamda her şeyi yapabileceğimize dair sınırsız bir özgüvenle şişirmişizdir. Arada ufak tefek aşk yaraları, arkadaş kavgaları, belki alınan kırık notlar…. Ve yetişkin olup kendi sorumluluklarımızı alma zamanımız geldiğinde, anne kucağı kadar sıcak!, baba güveniyle! dolu bir devir başlar.
Dünyayı yerinden kaldırabilecek özgüvenimiz “sen mi büyüksün ben mi” devrini başlatır. Henüz hayata yeni başlayanalar için söyleyeyim; Hayatla savaşırsan yenilirsin. Kimi dinleye dinleye, kimi inleye inleye anlarmış. Ben inleyerek anlayanlardandım, umarım siz dinleyenlerdensinizdir…
Sonra evleniriz. Ancak hayatla savaşımız!! yeni bitmiştir. İlk cephede kaybettik ama o bizim hatamız değildi!!! Ebeveynlerimiz fazla üstümüze titremişlerdi, e böyle yetiştirmeselerdi canım!!!!. İlk savaştan çok fazla öğreti ile çıkmışızdır. Ama bu sefer hava şartlar farklıdır. Aynı taktikler işlemez tabii ki.
Güvenli bir ortamda güç savaşları başlar bu sefer de. İlişkinin örselemeleri içinde temel ihtiyaçlar karşılanıyorsa, bu bozulmasın diye kimse sesini çıkarmaz (kabullenilmiş çaresizlik bence tam da bu). Kişilerin kendilerine zihinlerinde koydukları konfor alanları genişlerde genişler. Konfor alanı sanıldığı gibi huzur ve mutluluk dolu bir alan değildir maalesef. Kendimize sunduğumuz bahanelerle dolu, gelişimimizin katili, hayatta kalmak için savaşmak zorunda olduğumuzu söyleyen zihnimizdeki alandır.
Orada sistemimiz şöyle çalışır.
-Bir şeyleri yapmamamız için tüm dünya bize karşı birleşmiştir. Tabii önce ailemiz!
– Zaten işsizlik diz boyudur. “Benim hiç şansım olmaz… hele ki çocuk için ara vermişim bunca sene!!
– Boş ver, eşim kazanıyor, ben de çocuğu büyütüyorum. Biraz alttan alsam kavgada çıkmaz.
Buradaki en büyük tehlike; güvende olduğumuz alan genişledikçe ve bu güvenli ortamı sağlayan kişi biz değil daha çok eşimiz olunca; paniklemeler, içsel ve dışsal çekişmeler, bahaneler ve yerle bir olmuş bir özgüven kaçınılmaz sonuç oluyor.
Tahterevalli gibi güven yukarda özgüven aşağıda….
Peki bu sarmaldan çıkmak için ne gerekiyor derseniz…
Önce derin bir nefes alın, yalnız değilsiniz…
Elde edilen sonuçların sorumlusu sadece onu elde edendir.
Bunu kabul ettiğinizde ve hayatla savaşmayı bıraktığınızda – ki bu savaş aslında kendi özünüzle kendinizden memnun olmadığınız parçalarınızla oluyor hep – ipleri elinize alıyorsunuz. Sorun tespit edilip adı konunca, tek yapmanız gereken kendi sorumluluklarınızı alıp harekete geçmek oluyor.
O zaman güvenin ikinci tanımı olan “cesaret, yüreklilik” devreye giriyor ve bu da özgüvenimizi sarıp sarmalıyor, büyütüyor.
Bir de bakmışsınız, yurtta sulh cihanda sulh devrine geçmişsiniz…